SADEKAVE, Türk Gastronomisi'nin vazgeçilmez içeceği Türk Kahvesi'ni, tüm dünyada daha geniş kitlelere sunmak için yolculuğa çıktı. Antalya'nın turistik cazibesi ve Horeca tedarik ve işletmecilik deneyimiyle doğan SADEKAVE, 2012 yılından beri özenle seçilen kahve çekirdekleriyle geleneksel tadı çağdaş sunumlarla buluşturuyor." />

SADEKAVE'NİN HİKAYESİ

KAHVENİN DÜNYA LİTARATÜRÜNE YOLCULUĞU:
SADEKAVE'NİN HİKAYESİ

Kahvenin heyecan dolu yolculuğu; Afrika kıtasında, Etiyopya topraklarında başlıyor. Kahve ilk olarak 1000/1100'lü yıllarda Etiyopya'da yetişen bir bitki olarak görülüyor. Tarihe ışık tutan kaynaklara göre, kahve ilk olarak 1000-1100 yıllarında Etiyopya'da, yani Afrika'nın kalbinde yetişen bir bitki olarak görülüyor. Bu dönemde, Etiyopya'da yabanda yetişen kahve çekirdekleri, Arabica olarak adlandırılan kahve tohumu, Etiyopya topraklarında bulunuyor. Bir gün, bir çoban keçilerini otlatmaya götürüyor ve keşfediyor ki, keçiler bu meyveyi yemekten sonra hareketli ve enerjik bir şekilde dolaşıyorlar. Kırmızı, kiraz gibi meyvenin böyle bir etkisi olduğunu fark edince çoban, bu meyveyi toplamaya başlıyor ve şehre götürüyor. Onlarca yıl içerisinde insanlar bu meyveyi kaynatarak içiyor ve zindeleştiklerini onlar da fark ediyorlar. Böylece kahve, Etiyopya'da ortaya çıkan bir meyve olarak literatüre geçiyor.

Zaman içinde bu meyve, tasavvuf ehli tarafından da keşfediliyor ve uykuyu açması gibi etkileri sebebiyle zikir ayinlerinde kullanılıyor. Kahvenin ünü, Yemen'de de duyuluyor ve burada Araplar tarafından da tüketiliyor. Ancak bu kırmızı meyveyi haşlayarak bir hoşaf olarak içiyorlar. İşte bu noktada Osmanlı İmparatorluğu sahneye çıkıyor. Coğrafyayı fetheden Osmanlılar, kahveyi Yemen Valisi Özdemir Paşa aracılığıyla keşfediyor. Paşa, kahvenin uykuyu aldığını, sohbetleri uzattığını, insanlara neşe verdiğini fark ediyor; kahveyi İstanbul’a getiriyor. Osmanlı İmparatorluğu kahveyi, kendi alışkanlıklarına göre hazırlıyor ve cezve kullanıyor. Önce çekirdekler kavruluyor, öğütülüyor, baharat haline getiriliyor ve özütü daha iyi alınıyor. Cezveden çini porselenlere dökülen kahve; 20-30 yıllık süreçte gerçek formunu alıyor.

1543 yılında limanlarda ilk kahve ticareti başlıyor. Sultanlara ve padişahlara sunulan kahveler, çok beğeniliyor. Uzun uzun sohbet etmenin, zinde kalmanın, saz çalmanın, mey içmenin ve sonrasında kahvelerin içilmesi; mutluluk yaratıyor. Kahveyi zarif, şık, sağlıklı, porsiyonlar haline getiren ve keyif amacıyla kullanan ilk millet; Türk milletidir. Böylece kahve, Türk Kahvesi olarak literatüre geçiyor. Viyana Kuşatması’nda Osmanlı ordusu sefere çıkmadan ve sefer sürecinde, günde 2-3 öğün olmak üzere kahve tüketiyor ve zinde kalıyor. 2. Viyana Kuşatması'nda Viyanalıların çadırlardaki çuvallarda kahveyi keşfetmesiyle dünyada yeni bir kahve tanımı ortaya çıkıyor; Türk kahvesi başka biçimlere evriliyor. Esir alınan bir usta, Viyanalılara kahvenin yapılışını öğretiyor ve kahve kültürünü yayıyor. Viyanalılar Alp’lerden sütü alıyor ve kremayla birlikte kahveyi terbiye ediyorlar. Acı tadı olan kahveyi, süt ve krema ile yumuşatarak yeni bir kahve versiyonu ortaya çıkarıyorlar.

Kültürlerin ve yaşanan olayların, kahveden yemeğe ne kadar tesir ettiği gözler önüne seriliyor. Kahvenin yolculuğu sanayi devrimiyle beraber ivmeleniyor. Kahve, Avrupa'da zindelik veren ve işçilerin uzun süre çalışmasını sağlayan bir içecek olarak tüketiliyor.

2. Dünya Savaşı kahvenin etrafında geçen bir savaş. Kahvenin deniz yolu ticareti, Hitler tarafından kesiliyor ve kahve sevki duruyor. Türkiye de savaşa katılmadığı için kahve teslimatı yapılamıyor. Türkler nohutu kavuruyor, un haline getiriyor, öğütüyor ve böylece nohuttan kahveler yapıyor.

Dünyada yeni bir ticari dönem başlıyor ve Türkiye, eskiye oranla fakirleşiyor. Böylece Türkler, eskiden içtikleri kaliteli kahveye ulaşmada güçlük çekiyor. Brezilyalı tüccarlardan, eskiye oranla daha kötü ve en ucuz malzemeyi alarak kahve hazırlamaya devam ediyorlar. Malzeme ne kadar istenildiği gibi kaliteli olmasa da işleme şekilleri aynı kalıyor. Çok kavrulmuş, kömür kıvamı artırılmış, aromatik meyve kokuları gitmiş, acı kinin konusunun baskın olduğu bir kahve tüketilmeye başlanıyor ve bu alışkanlık yıllarca devam ediyor.

Türkiye'de insanlar atalarından gördükleri kahveye bir şekilde ulaşıyor; bayramlarda, seyranlarda, kız istemelerde ve misafirliklerde; acısıyla tatlısıyla içiyorlar.

Post Image

Türkiye'de insanlar atalarından gördükleri kahveye bir şekilde ulaşıyor; bayramlarda, seyranlarda, kız istemelerde ve misafirliklerde; acısıyla tatlısıyla içiyorlar.

Türkiye'ye yılda ortalama 60 milyon turist geliyor. SADEKAVE olarak biz Alanya'dayız, turistlere aktif olarak hizmet veriyoruz. Dünyayı dolaşıyoruz. Farklı ülkelerdeki iş toplantılarımızda insanlar, Türk kahvesini acı bulduklarını; kahvenin çok sert geldiğini ve damak tatlarına uygun olmadığını söylüyorlar. SADEKAVE olarak, ‘’Sade, kahve yapmak istiyoruz.’’ diyerek yola çıktık. Kahvelerimizin içindeki her şey, besin, kafein, asit, doku, aroma, meyve özlerini; Espresso’daki kaliteli kahve kokusunu Türk kahvesine yansıtmak için çalışıyoruz. Kavurma derecelerimizden çekirdek kalitelerimize kadar, hiçbir şekilde taviz vermiyoruz. Otellerdeki yabancı turistlere, Türk turistlere ve en önemlisi otel personellerine kahvelerimizi sunuyoruz. Çünkü otel personellerinin çok kahve içtiğini ve onların beğenisini kazanan kahveleri ancak misafirlere ikram edebileceğimizi biliyoruz. Turistlerin Türkiye deneyimlerini gerçekten verimli hale getirmek ve onlara şu cümleyi kurdurtmak istiyoruz: ‘’Türkiye'ye gittim, Türk Kahvesi içtim, ne güzel kahve yapıyorlar;ne büyük bir mutluluktu. Espresso gibi Türk Kahvesi de bir klasik; oradan çakralarımız açılmış şekilde ve ağzımızda kahve tadıyla gülümseyerek geldik.